Tarih:

30.05.25

MENEMEN’İN TARİHÇESİ
Önemli Bilgiler > MENEMEN’İN TARİHÇESİ

6

            Menemen’in ilk çağlarına yönelik bugüne kadar kesinleşmiş bir tarih olmamakla birlikte çevresinde yapılan arkeolojik kazılar M.Ö. 3000-4000 yıllarını işaret etmektedir. Bugün Panaztepe, Güzelhisar, Larissa ve Antik Kyme’de yapılan kazılar ilk atalarımız hakkında önemli ipuçları vermiştir. İlk insan topluluğunun nereden gelip Menemen’e yerleştiği henüz bilinmemekle birlikte özellikle Maltepe’deki Panaztepe’de 1984 yılından bu yana yapılan kazılar Ege Bölgesindeki en eski yerleşim yerlerinden birinin Menemen’de olduğunu bugün için kesinleştirmiştir.

         Menemen ve çevresinin yüzeysel araştırmalarını yapan bilim adamlarımız Menemen civarında geç kalkolitik ve Erken Tunç çağlarına tarihlenebilen (İnsanoğlunun bakır ve tunç’u keşfedip kullanmaya başladığı tarih) 5 adet en eski yerleşim bölgesini saptamışlardır. Bunların ikisi Helvacıköy’de, biri Bozköy’de, biri Foça Ilıpınar’da ve biri de Süleymanlı Köyünde bulunmaktadır.

        İznik İmparatorluğu zamanında Menemen ve çevresinde canlanan yaşam ile ilgili bilgileri ilk kez 13. Yüzyıl kaynaklarından almaktayız. Bölgemiz İznik-Rum Devletinin bu yüzyıl içindeki dirlik ve düzenliğinden payını almış; Menemen Ovası tüm verimliliği ile işletilmiş ve gerek ovanın ortasında, gerekse ovayı çeviren dağların üzerinde ve yamaçlarında yeni iskan merkezleri (köyler ve manastırlar) doğmuştur. İlçemizin adını ilk kez bu döneme ait doğrudan bir belge olarak değerlendirilmesi gereken “Lembos Manastırı” kayıtlarında bulmaktayız. Kalıntıları Pınarbaşı’nın kuzeydoğusunda bir tepenin üzerinde bulunan ve İmparator İoannes Dukas Vatatzes tarafından canlandırılan bu Manastır’ın kayıtlarında çevredeki arazilerin bir kısmının Memaniomenos (veya daha sonra kaydedilen adıyla Mainomenos) Ovası’nda yer aldığı belirtilmektedir. Ayrıca satış ve bağış belgelerinde de Menemen Ovası’ndaki arazilerin bulundukları yerler adları ile tarif edilmekte, komşu araziler, köyler, manastırlar ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır. Tüm bu bilgilerden Menemen ve çevresindeki yerlerin isimleri ile ilgili bilgi sahibi olmakla birlikte Bizans egemenliğinin hüküm sürdüğü 13. Yüzyılda Memaniomenos adının hiç anılmaması da dikkat çeken bir husustur. En azından o günün kaynaklarının  bu isim ü-zerinde pek durmadıkları görülmektedir. Buna karşın bizanslı ünlü tarihçi Dukas* araştırmalarında Menemen Ovasından “Mainomenos” olarak bahsetmektedir. Yine Dukas’ın belirttiğine göre 1412 yılında dahi Menemen adı sadece ova için kullanılmakta ve bölgede ele geçirilmesi gerekli sadece bir kaleden (Kayacık-Arkhangelos) bahsetmektedir. (*Dukas’ın1420’lerde foça’da ünlü cenovalı aile adornolarin katibi olduğunu bilinmektedir. Katip sıfatı ile foça’daki cenovalıların padişaha ve vezirlere gönderdiği mektupları bizzat kaleme almış, yıllık vergiyi sultana takdim etmek gibi bir görevi de olduğundan türkler ile yakın teması olmuştur. – Ekşi Sözlük)

        Bugün modern yerleşimin bulunduğu Değirmendağı ve Hıdırlık tepesi üzerinde ve eteklerinde, daha erken ve önemli bir iskanı gösteren kanıtlar bulunmamaktadır. Sadece Kubilay anıtının temel kazısı sırasında Hellenistik-Roma dönemlerine tarihlenen bir mezar ve çevresinde o dönemde bereket simgesi olarak kabul edilen taş “falloslar” (Bereket Tanrısı)  bulunmuştur. Yine aynı bölge içinde, özellikle Hıdır Dede yatırının çevresinde görülen çanak-çömlek kalıntıları bu alanın belki de daha Roma döneminde, küçük de olsa iskan gördüğüne işaret etmektedir. Eskiden beri Menemenliler arasında ilçenin kuruluşu ile ilgili kabul gören bir inanış da, Eski Menemen’in Asarlık Köyü civarında olduğuna ilişkindir. Gerçektende, Asarlık’a adını veren kuzeydeki Boztepe (eski Gavurtepe) üzerinde, günümüze kadar eskiçağ tarihçileri tarafından ihmal edilmiş, definecilerin büyük ilgi gösterdiği ve adını bilemediğimiz bir Aiol kale-kenti bulunmaktadır.

      M.Ö. 8. yüzyıl ile 3. Yüzyıl arasında yoğun iskan gören kentin daha sonra terk edilmiş ve yeniden kalıcı bir şekilde iskan edilmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu bölgenin Bizans egemenliği döneminin sonunda Saruhanoğulları beyliği tarafından kurulan Menemen için çekirdek görevi yapmış olması pek mümkün görünmemektedir. Saruhanoğulları’nın bölgeye hakim oldukları 1300’lü yılların başlarından itibaren oluşmaya başlayan iskan çekirdeği, ancak 50-60 yıl sonra, Saruhan Bey’in torunu İshak Bey’in Menemen’de sancak bey’i iken yaptırdığı Ulu Cami (1358) ve  yanında kurulan Sünbülpaşa Medresesi ile filizlenmeye başlamıştır. Ancak Menemen’in bu dönemdeki gelişimi yavaştır. 100 yıl sonra dahi Saruhan beyliğinin ortadan kalktığı ve Osmanlı beyliğinin bölge için mücadele ettiği 1412 yılında dahi, tarihçi Dukas Menemen’in adından söz etmeye gerek bile duymamıştır.

      1400’lü yılların ardından Menemen’in gelişiminin bölgenin konar-geçer Türkmen aşiretleri sayesinde başladığı tahmin edilmektedir. Türkmenlerin bölgeye gelişi ile kırsal nüfus hızla artmış, yaylaların potansiyelleri hayvancılıkla değerlendirilirken, verimli ve geniş Menemen ovasında tarımsal üretim sürdürülmüştür. Bunun sonucunda da esnaf ve zanaatçı gruplarının yerleşim aşamaları başlamıştır.

     15. yüzyılın sonuna ve 16. Yüzyılın başına ait Tapu-Tahrir Defterleri Menemen Ovası’na ve dağ eteklerine yerleşmiş çok sayıda köy ve mezra hakkında ve onların ürünleri ile ilgili bilgiler vermektedir. Günümüzde de ilçenin çekirdeğini oluşturan Taşhan, Gazzaz ve Ulu camiler arasında, Pazarbaşı ve Cami-i Kebir mahallelerinin yayılmış olduğu arazi, Saruhan Beyliği döneminden itibaren bölgenin toplanma merkezi olarak seçilmiştir. Osmanlı yönetiminin ilk yıllarında Menemen ovasında yaşayan konar-göçer Yörükler tuz yasağına uymadıkları için, Yıldırım Beyazıt’ın fermanı ile Paşa Yiğit yönetiminde Bulgaristandaki Filibe yöresine sürülmüşlerdi. Belki de tuz yasağına uymama devletin bir bahanesiydi. Bu dönemde Menemendeki Yörüklerin gönderilmesini yeni fethedilen Avrupa yakasını Türkleştirmek için uygulanan zoraki bir iskan politikası olarak değerlendirmek mümkündür.

     16. yüzyıl, Menemenimiz hakkında en yoğun ve kesin bilgilerin günümüze kadar ulaştığı bir dönemdir. 1531  yılında düzenlenen Tapu Tahrir Defterine göre Menemen’in bu dönemde 35 köyü, 24 mahallesi, 2400 nüfusu bulunmakla birlikte, 1575 yılındaki köy sayısı 39, mahalle sayısı 26, nüfusu ise 3550’dir. O dönemdeki mahalle tanımı bölgelere verilen ad olarak düşünülmelidir. Yani Menemen’in birbirinden bağımsız ayrı ayrı yerlerinin mahalle olarak tanımlandığı tahmin edilmektedir. Me-nemen ve çevresi muhtemelen göçlerle 34 yılda nüfusunu çoğaltmıştır. İki ayrı tahrirde de Menemen köylerinin ve mezralarının büyük kısmının dirlik sistemi içinde has, zeamet ve tımar olarak ayrılmış olduğu görülmektedir. Çok küçük bir kesimi ise vakıf (Günerli) veya piyade (Görece ve Süleymanlı) köyü olarak görülmektedir. Dirlik sistemi içinde ise Balatçık, Çukurköy, Hatunderesi, Helvacıköy, Seyrekköy, Türkelli gibi köylerin vergileri Osmanlı bürokrasisi içinde değişik kademedeki yüksek memurlara, padişah ve şehzadelere tahsis ediliyordu. Diğerleri ise sipahilerin, Yeni ve Eski Foça kaleleri muhafız ve kumandanlarının ve diğer memurların tımarları idi. Kırsaldan toplanan vergi gelirleri içinde ilk üç sırayı buğday, arpa ve üzüm almaktaydı. Bu ürünler iklim koşullarının iyi olduğu yıllarda dışarıya bile ihraç edilirdi. Ancak iklim koşullarının kötü olduğu ve kıtlığın baş gösterdiği zamanlar da olurdu. 13 Ekim 1564 tarihli bir yazışmaya göre Menemen’de o yıl yağmurun az düşmesi ve ardından gelen çekirge istilası sonucunda kıtlık baş göstermiş, dışarıdan tahıl ithal edilmek zorunda kalınmıştı. Ancak bu gibi kıtlıkların Menemen tarihinde oldukça az olduğu görülmektedir. Menemen genellikle ürettiği ürünlerin fazlasını dış pazarlara hatta Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul’a bile göndermiştir. 16. Yüzyılda Zeytin üretiminin de yapıldığını Tapu-Tahrir Defterlerinden öğrenmekteyiz. Ancak zeytinden alınan aşar vergisinin, birkaç köy ile (Belen, Balatçık, Yahşelli, İğnedere ve Emiralem) ve az miktarda alınması zeytinciliğin bu dönemde pek önem arzetmediğini ortaya koymuştur. Zeytin üretiminin az olmasına karşın pamuk üretiminin hemen her yerde ve bazı mezralarda dahi yapıldığı o dönemde tutulan kayıtlardan anlaşılmaktadır. Menemen sınırları içerisinde pamuk tarımının bu denli yaygın olması Menemen’deki dokuma endüstrisinin varlığını da ortaya çıkarmaktadır. 1564-1571 yıllarına ait Osmanlı’nın İstanbuldaki muhasebe kayıtlarına göre Menemen’den devlet adına astarlık kumaş alımlarının yapıldığı, büyük miktarlardaki yelken bezleri, tente bezleri ve esir gömlekliği kumaşlarının da Menemen kadılığına sipariş edildiği görülmektedir.

         Bugün Kasımpaşa mahallesi olarak bilinen bölgemiz yine bu dönemde oluşmaya başlamıştır. Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim, oğlu Süleyman’ı (Kanuni Sultan Süleyman) Manisa’ya sancakbeyi olarak gönderir. Şehzadenin yanında lalası Cezerizade Kasım Safi Paşa da vardır. Kasım Safi Paşa Manisa’ya bağlı Menemen’e bir süre sonra kendi adını taşıyan bir cami, türbe ve medrese yaptırır. Aynı yüzyıl içinde bu külliyenin çevresinde iskanların da başladığını ve bu döneme kadar sürdüğünü görmekteyiz. Yapım kitabelerinin olmamasına karşın Taşhan, Bedesten, Çınarlı ve Mahkeme camilerinin de bu dönemler içerisinde yapıldığı kuvvetle muhtemeldir. Belediyemizin karşısında bulunan Gazzaz Mustafa Efendi Camiinin (1576) yılında yapıldığı bilinmektedir.

       16. yüzyılın Menemeni  ile ilgili en önemli bilgiler 1550-1640 yılları arasında yaşayan Süleyman Menemeni adındaki kişinin el yazması bir divanda bulunmaktadır. Bu önemli eserde şu tesbitte bulunulmaktadır:

       “Menemen dört yanı bağlar ve bahçelerle çevrili, bolluk içinde yaşayan cennet misali bir şehirdir. İzmir’e üç saatlik mesafededir. Menemen’deki İskeleye her gün yoğurt, peynir, yumurta, tavuk, saman, odun vesaire gitmektedir. İskele’de kurulan pazarda İzmir’li manavlar gelip malları beğenmekte satın alıp götürmektedirler. Uzun süredir Menemen, İzmir’in kilidi durumundadır. Haziran ayında Anamur sineği gelince halkı yaylaya çıkar. Herkesin yayla da bağı, bahçesi vardır. Esnaf olan gündüz dükkanına gece merkeplerine binip yaylalarına gider. Yaylada üç ay kalınır. Gediz nehri’ne bir saat miktarı uzaklıktadır. O Gediz nehri ki her şeye hayat verir, her iki tarafı bağ ve bahçedir. Bol bol balık çıkartılır. Gediz’in kenarında zevk ve sefa alemleri yapılır ki insanın inanası gelmez.  Meşhur incir, kavun, karpuz buralarda yetişir. 40 kadar köyü vardır. Pazar’ı Perşembe günü kurulur. Bu pazara İzmir dahil her yerden insan gelir. Öyle bir Pazar kurulur ki insanlar yan yana yürüyemez. Herşeyi iyi olan Menemen halkında kıskançlık ve kibirlilik çoktur. Ama gelen misafirlere de hürmetleri çoktur. İlk bakışta insanı hayran bırakan güzel kızları vardır. Suyu güzeldir ve hediye olarak İzmir’e götürülür. Tüm bu güzelliklere karşın Menemen büyük bir yangına da maruz kalarak harap olmuş, bir çok can ve mal kaybı meydana gelmiş, çok kimse de açıkta kalmıştır.”

      16. yüzyılın son döneminde Me-nemen’in yetiştirdiği bir büyük haritacı’nın adına birçok kaynakta rastlanmaktadır. Bugün bile “Deniz Haritacılığı”nda duayenler arasında kabul edilen ve Piri Reis ile aynı kategoriye konan bu kişi Mehmed Reis’tir. Menemenli olan Mehmed Reis’in 1590 yılında çizdiği bir Akdeniz haritası bugüne dek ulaşmıştır. Aslı Venedik'te “Correr” müzesinde olan bu harita halen koruma altındadır ve bu müzede sergilenmektedir.

     Bu yüzyılda Menemen’in gelişen ticari hayatında yaycılığın da var olduğunu görmekteyiz. Yaycı Bedir adlı bir Türkmen cemaati yay imalatı ile meşguldü ve her sene devlete vergi olarak 8’er adet yay vermekle yükümlü idi. Yaylar, yalnızca su sığırının siyah ablak kemiklerinden ve Menemen’de bulunan uzun boynuzlu öküzlerin boynuzlarından imal ediliyordu. Ayrıca Osmanlı donanmasının barut ihtiyacı için güherçile üreten kazalar arasında Menemen’e de rastlanmaktadır.  Saruhan sancağından elde edilen 18000 güherçile üretiminin 2815 kıyyelik kısmı Menemen’den elde edilmekteydi. Yine Osmanlı kayıtlarından elde edilen bilgilere göre 1620 yılında Osmanlı Sarayı’na Menemen’den 400 kantar üzüm, 150 kantar incir, 10 kantar badem, 20 kantar yabani kayısı gönderilmiştir.

     17. yüzyılda ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin Menemen’e gelmesi ve o günlere ait bilgiler tutması da Menemen için ayrı bir şanstır. 1671 yılında Bergama’ya geldikten sonra Menemen’e uğrayan Evliya Çelebi, kazayı tüm yönleriyle ünlü seyahatnamesinde anlatmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Menemen’den “Melemen”, Gediz nehri’nden “Gedüs” şeklinde söz etmektedir. Günümüzde bile kullanılan “Menemen davulu gibi öter” deyiminin üç küsur yüzyıl öncede kullanıldığına Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde rastlanır.

 

18. yüzyıla geldiğimiz dönemde göze çarpan en önemli hususlardan biri halkın geçen yüzyıla göre giderek daha fakirleştiği, vergilerin “voyvoda” adı verilen eşraf mensupları tarafından toplandığı, yerel iktidarların ortaya çıktığı ve merkezi devlet otoritesinin zayıfladığı görülmektedir. Bu yüzyıl içinde ilk Voyvoda olarak Osman Ağa’yı görmekteyiz. Osmanağa, eşkıya Sarıbeyoğlu’nu yakalamak ile görevlendirilen Çelik Mehmet Paşa’ya giderken attan düşerek felç olmuştur. Ardından Ali Ağa bu göreve getirilmiştir.  Boğazlı Hasan Ağa, Osman Ağa ve amcası Hacı Polat Mehmet Ağa, tesbit edilebilen Voyvodalık yapmış kişilerden bazılarıdır. Bu yüzyılda mahkeme kayıtlarına geçmiş asayiş olayları ise az sayıdadır.

Bu döneme ait Menemen ile ilgili bilgileri çok şanslıyız ki İngiliz seyyah ve araştırmacı Richard Chandler’den de temin edebilmekteyiz. 1764 – 1765 yıllarında Anadolu’yu gezen Chandler Menemen’e de uğramıştır. Menemen’den ziyade çevresi ile ilgilenen bu seyyah özellikle Gediz’in İzmin Körfezine aktığı eski yatağın etrafındaki manzarayı ve günümüzde Çiğli ile Serinkuyu arasında olması gereken fakat alüvyonlarla dolmuş olan Menemen iskelesi ile ilgili izlenimlerini aktarmaktadır:

    “Yaklaşık 10 fersah (4 saatlik bir yol) uzunluğunda hesaplanan İzmir Körfezi tepelerle korunan ve emniyetli bir şekilde demir atılabilen bir körfezdir. Hermos’un (Gediz nehri) ağzı körfezin kuzey kıyısında kentten 2.5 fersah (1 saatlik yol) uzaklıktadır.  Kuzeyde eski İzmir Körfezini sınırlayan dağ (Yamanlar) batıya nehrin içinde aktığı düz ovaya (Menemen Ovası) dek uzanır. Bu nehir özellikle ilkbahar mevsiminde denizden sürüler halinde içeriye giren kefal ve glanis adı verilen balıklarıyla eski dönemlerden beri ünlüdür. Nehrin suladığı verimli topraklar, bahçe ve tahıl tarımı için çok bol olan sular ve diğer avantajlar, körfezin kuzey kesiminde çok sayıda köy kurulmasına yardımcı olmuştur. Bunların içinde en büyüğü olan Menimen, İzmir’in meyve, balık ve erzak ihtiyacını karşılamaktadır. Teknelerin kesintisiz olarak buradan geldiği Menimen’e 3 saat mesafedeki iskele veya yükleme limanının çevresi boş ve alçak bir arazi veya sığ sular ile kaplıdır. Bu bölge balık bakımından çok zengindir. Sazlık ve kamışlıklarla kapatılmış, kapı ve koridorları olan dalyanlar, balık sürüleri içlerine girdikten sonra kapatılırlar. Kumluk plaj sahilinde çok sayıda yüklü veya yüklerini boşaltmış deve gördüm ve Arabistan’dan, İstanbul’dan veya diğer ülkelerden gelip giden bazı seyyahlara rastladım.

    Tepeler (Yamanlar) keçi ve koyun sürüleri ile doluydu, lir ve kavaldan çıkan sert ve basit müzik her tarafa yayılıyordu. İlk enstrüman gitara benziyor ve aynı tarzda tutuluyor, fakat genellikle bir yay ile çalınıyordu. (Kabak kemane) Bazı yerliler tarafından bir av partisine davet edildik ve dağları (Yamanlar) geçerken Menimen’in farklı bir manzarasını gördüm. Hermos’dan (Gediz) daha yüksek bir zeminde kurulmuş ve eski kaleleri ile dikkate değer bir yere sahiptir. Onun eskiden Neonteikhos olarak adlandırılan kent olduğu konusunda şüphelerim var, fakat tüm Aiolis bölgesi gibi bu kesim de henüz keşfedilmemiştir.

      Körfezi bir baştan bir başa geçtik. Smyrna’dan (İzmir) yelken açtığımızda  bir imbat bizi körfezin ağzına götürdü ve teknemiz kuzey kıyıda Hermos’un altında ve Foça’ya bir saat uzaklakta bir koya demir attı. Buradan tenha, düz ve alçak ovayı uçsuz bucaksızlığı ile gördük. Ova Myrmikes olarak adlandırılan kayalıkları ve düz zirveli küçük bir tepeyi çevirmektedir. Bu bir ada idi ve üzerinde antik Leukai kenti bulunuyordu.”

     19. yüzyıl başı Menemen, siyasi çalkantılar, karışıklıklar, rum korsanlarının baskınları ve yerli Rumların Osmanlı’ya baş kaldırma hareketlerine sahne olur. 17 Mart 1821’de yunanlıların Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmak istemesi sonucu patlak veren Mora İsyanı Menemen’i de etkilemeye başlar. 1822 yılında adalardan gelen asi Rumların idaresindeki tekneler, Menemen ve Çandarlı’ya baskın niteliğinde saldırılar yaparak katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Ancak mesafe dikkate alındığında bu baskınların Menemen’e değil kıyıya yakın köylere yapıldığı muhtemeldir. Asi Rumlar sadece baskın yoluyla değil, bölgedeki yerli rum halka mektuplar dağıtarak da kaleyi içten fethetmeye çalışmışlardır.

     Bu yüzyılda da dünyayı gezen seyyahlardan bazıları Menemen’e uğrayarak gördüklerini kayda geçirmişlerdir. 1806 yılında İzmir’den kara yolculuğu yaparak Menemen’e gelen ünlü Fransız seyyah ve yazar François Rene De Chateaubriand, ilk olarak Menemen İskelesine, oradan da Taşhan’a uğramıştır. Gece vardığı Taşhan’ı tüm ayrıntılarıyla şöyle anlatır:

     “Solgun ışıkları olan han uzaktan fark edilmektedir. Önünde çok sayıda deve vardır. Bunların kimi yüklü, kimi de yüksüzdür. Bazıları ayakta, bazıları yere çökmüştür. Atlar ve eşekler, deriden yem torbaları içinden arpa yemektedirler. Halılar üzerinde bağdaş kuran türk tüccarlar ateş etrafında toplanmışlar, hizmetliler ise pilav pişirmektedirler. Cezvelerde kahveler köpürmekte, satıcılar ateşten ateşe giderek kızarmış piliç, meyve ve tatlı satmaya çalışmaktadırlar. İnsanların bazıları namaza hazırlanırken, yorgun deveciler yerde yatarak uyumaya çalışmaktadırlar. Han’ın zemini küfeler, yükler ve çuvallarla doludur.”

     1828 ilkbaharında ise İzmir’den Bergama’ya bir yolculuk yapan İngiliz seyyah Charles Mc Farlane bu geziyi İzmir Voyvodası Hacı Hüseyin Ağa’nın izni ve yardımı ile gerçekleştirir. Seyyah ilk olarak vardığı Menemen iskelesinin manzarasını beğenmediği, kerpiç’ten yapılmış bir ahır’dan başka binanın olmadığını belirtmektedir. Menemen’e kadar süren iki saatlik yolculukta da tek bir ev ile iki Müslüman mezarlığına rastlar. Seyyaha göre, Menemen dağınık evleriyle bir köye benzemektedir. Evlerin çoğu boştur. Camilerden birkaçı metruk kalmış, Rum kilisesi harabe halindedir.

     Seyyah, harabiyetin birkaç yıl önce meydana gelen yunan ayaklanmasından ve hükümet mezaliminden ileri geldiğini düşünmektedir. Oysa daha önce buradan geçmiş gezginler Menemen’i çok nüfuslu, zengin, bayındır ve oldukça şirin bir kasaba olarak yazmışlardır. İngiliz seyyah daha fazla ayrıntıya girmeden Menemen’den Gediz nehrine geldiğini, nehirden üç köşeli bir kayıkla karşı tarafa geçtiğini 8 saat sonrada Güzelhisar’a vardığını anlatır.

     2 yıl sonra 2 Temmuz 1830’da bu kez başka bir İngiliz seyyah F.V.J. Arundell Bergama ve Ayvalık’a gitmek üzere Menemen’den geçer. Menemen’e gelmeden önce ilk molasını Karşıyaka’da bir kahvehane’de verir. Ancak o sırada sahilleri çekirge sürülerinin kapladığına şahit olur. Yola çıktıktan 3 saat sonra Chili (Çiğli)’ye vardığında şiddetli bir yaz yağmuru başlar. Sırıksıklam halde Menemen’e vardıklarında ise yanında bulunan kılavuzu ermeni bir arkadaşının evinde kalması için ısrar eder. Aslında onun amacı Kervansaray’da kalmaktır. Ancak daha rahat edeceğini düşünerek Tackvore adındaki ermeninin evinde kalmaya karar verir. Ancak gece boyu gelen davetsiz misafirlerden çok şikayet eder. Geldiğine bin pişman olduğunu yazar.

        Seyyah Arundell, Menemen’den “Menimen” olarak bahsederken, çevredeki dağlardan, nehir-den ve güzel manzarasından hoşnut kaldığını belirterek, fazla da ayrıntıya girmeden Gediz nehrinden geçerek Bergama’ya gider.        

Menemen’i iki seyyah daha yazmıştır.  1831 yılında  Menemen’i ziyaret eden Fransız seyyah ve araştırmacı Charles Texier kitabında Menemen’in tarihi yerlerinden bahsederken, Menemenli Rumların ilçede büyük bir kilise inşa ettiklerini yazmaktadır. 

     2 Kasım 1847’de ziyaret eden Alman seyyah P. V. Tschihatscheff ise Menemen’in hane sayısını yaklaşık olarak 1000 göstermektedir.

Bu yüzyılın Menemen için önemli diğer bir olayı da Türkler tarafından fethinden beri Saruhan Sancağı’na bağlı olan kazanın, halkının da ısrarlı istekleri üzerine Padişah iradesi ve Meclis-i Vâlâ’nın 23 Mart 1855 tarihli kararı ile İzmir’e bağlanmasıdır.

E-Mail Listesi
Adres listemize kayıt olun, yeniliklerden ve gelişmelerden

ilk sizin

haberiniz olsun

!